MoonLighT CastLe
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Harry Potter ve Twilight ile İlgili Her Şeyi Öğrenebileceğiniz, Tartışabileceğiniz ve Dilediğinizce Sohbet Edebileceğiniz Forum...
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Twilight Saga'dan İnciler...

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
RudoLphus
Müdür
Müdür
RudoLphus


Mesaj Sayısı : 159
Kayıt tarihi : 18/05/09
Yaş : 29
Nerden : Bilgisayarın Başı..

Twilight Saga'dan İnciler... Empty
MesajKonu: Twilight Saga''dan İnciler...   Twilight Saga'dan İnciler... I_icon_minitimeÇarş. Mayıs 20, 2009 4:13 pm

Bu konuda Stephenie Meyer'in
kendi sitesinde yayınladığı kitapta olmayan kısımları
paylaşacağız...



Rosalie Hale'un Gözünden Bella'nın
Ölümü


Yine Stephenie Meyer'in sitesinde yayınladığı
bir bölüm. Bu New Moon'da, Rosalie'nin Bella'nın öldüğünü öğrenince Edward'a
haber vermesi kısmı.

Ufacık bir hışırtı sesi – burada değil, birkaç yüz
yarda kuzeyde – beni yerimden zıplattı. Elim istemsizce telefona gitti ve aynı
harekette çabucak kapatıp görüşten çıkardı.
Saçımı omzumdan arkaya atarak
yüksek pencerelerden ormana baktım. Hava karanlıktı, kapalı; kendi yansımam
ağaçlardan ve bulutlardan daha parlaktı. Büyük, ürkek gözlerime, dudaklarımın
köşelerinden aşağı kıvrılışına, kaşlarımın arasındaki küçük, dikey kıvrıma
baktım…
Suçluluk ifadesini küçümseyen bir bakışla silerek kaşlarımı çattım.
Çekici bir bakış. Dalgınlıkla, sert ifadenin yüzüme nasıl uyduğunu, gür
buklelerimin yumuşak altınıyla nasıl hoşça tezat oluşturduğunu fark ettim. Aynı
anda, gözlerim boş Alaska ormanını taradı ve hala yalnız olduğumu anlayınca
rahatladım. Ses hiçbir şey değildi – bir kuş ya da bir esinti.
Rahatlamaya
gerek yok, dedim kendi kendime. Suçluluk duymaya gerek yok. Yanlış hiçbir şey
yapmamıştım.
Diğerleri Edward’a gerçeği hiç söylememeyi mi düşünüyorlardı?
Onun sonsuza kadar pis kenar mahallelerinde pişmanlık içinde dolaşmasına izin mi
vereceklerdi, Esme büyük üzüntü içindeyken, Carlisle her kararına sonuçtan sonra
kusur bulurken ve Emmett’in doğal neşesi yalnızlık nedeniyle yavaşça çekilirken?
Bunun neresi adildi?
Üstelik, Edward’dan uzun süre sır tutmanın yolu yoktu.
Önünde sonunda bizi bulacak, Alice’i ya da Carlisle’ı bir sebeple görmeye
gelecek ve sonra gerçeği keşfedecekti. Ona yalan söylediğimiz için bize teşekkür
eder miydi? Çok zor. Edward her zaman her şeyi bilirdi; o hisle yaşamıştı. Çok
öfkelenirdi ve Bella’nın ölümünü ondan saklamış olmamız onu sadece daha da çok
sinirlendirirdi.
Sakinleşip bu karmaşayı atlattığında, muhtemelen ona dürüst
davranmak için yeterince cesur olan kişi olduğum için teşekkür ederdi.
Miller
ötede, bir şahin feryat etti; sesi tekrar beni yerimden zıplattı ve pencereyi
kontrol ettirdi. Yüzüm önceki aynı suçlu ifadeyi barındırıyordu. Camda tekrar
kendime öfkeyle baktım.
İyi, kendi gündemim vardı. Ailemin tekrar bir arada
olmasını istemem çok mu kötü bir şeydi? Her gün huzuru, kıymetini bilmediğim
mutluluğu özlemek çok mu bencilceydi, Edward’ın giderken yanında götürdüğü
mutluluğu özlemek?
Sadece işlerin eskisi gibi olmasını istemiştim. Bu yanlış
mıydı? O kadar berbat mıydı? Sonuçta, bunu sadece kendim için yapmamıştım,
herkes için yapmıştım. Esme ve Carlisle ve Emmett.
Pek Alice için değil, diye
farz etmiştim… Ama Alice işlerin sonunda düzeleceğine çok emindi – Edward’ın
küçük insan kız arkadaşından ayrı kalamayacağından – o yüzden kederlenmeye
zahmet etmemişti. Alice her zaman kalanımızdan daha farklı bir dünyada
çalışmıştı, her an değişen gerçekliğine kilitli olarak. Edward bu gerçekliği
onunla paylaşabilen tek kişi olduğu için, onun yokluğunun Alice’e zor geleceğini
düşünmüştüm. Ama her zamanki gibi emindi, ileride yaşıyordu, zihni henüz
vücudunun ulaşmadığı bir zamandaydı. Her zaman çok sakin.
Bella’nın
atladığını görünce çıldırmıştı gerçi…
Çok mu sabırsız davranmıştım? Çok erken
mi hareket etmiştim?
Kendime karşı dürüst olsam iyi olurdu, çünkü Edward eve
döndüğünde kararımın aşağılığının her zerresini görecekti. Beni harekete geçiren
kötü etkenleri tanımak, şimdi kabul etmek daha iyi olurdu.
Evet, Alice’in
Bella hakkındaki hislerini kıskanmıştım. Eğer benim bir uçurumdan atladığımı
görse, böyle panikle, aceleyle koşar mıydı? O sıradan insan kızını benden çok
daha fazla sevmek zorunda mıydı?
Ama bu kıskançlık sadece küçük bir şeydi.
Kararımı hızlandırmış olabilirdi; fakat kontrol etmemişti. Edward’ı her
halükarda arayacaktım. Benim kör dürüstlüğümü, diğerlerinin daha yumuşak
aldatmasına tercih edeceğinden emindim.
Ve şimdi, eve daha kısa sürede
gelirdi.
Ailemin rahatlığı özlediğim tek şey değildi.
Gerçekten Edward’ı
da özlemiştim. İğneleyici yorumlarını, benim kara mizah anlayışımla, Emmett’in
güneşli, şakacı doğasından daha uyumlu olan karanlık ince esprilerini
özlemiştim. Müziğini özlemiştim. Garajda beraber arabaları modifiye ederken,
senkronize olduğumuz tek zamanda, yanımda mırıldanışını özlemiştim.
Kardeşimi
özlemiştim. Şüphesiz, bunu düşüncelerimde gördüğünde beni çok sert
yargılamazdı.
Bir süre rahatsız olacaktı, bunu biliyordum. Ancak eve ne kadar
erken gelirse, biz de o kadar erken tekrar normale dönebilirdik…
Zihnimde
Bella için hüzün aradım ve kızın yasını tuttuğumu fark edince memnun oldum.
Biraz. Bu kadarı en azından: Edward’ı daha önce hiç görmediğim şekilde mutlu
etmişti. Tabii, onu asırlık hayatında hiçbir şeyin etmediği kadar perişan da
etmişti. Ama o birkaç kısa ay boyunca ona verdiği huzuru özleyecektim. Kaybına
gerçekten üzülebilirdim.
Bu bilgi kendimi iyi hissetmemi sağladı, rahat.
Camda, altın rengi saçlarım ve Tanya’nın uzun, samimi oturma odasının kırmızı
duvarlarıyla çerçevelenmiş yüzüme gülümsedim ve görüntüden keyif aldım.
Gülümsediğimde, bu dünyada güzellikte bana eş olabilecek hiçbir kadın ya da
erkek, ölümlü ya da ölümsüz yoktu. Bu rahatlatıcı bir düşünceydi. Belki birlikte
yaşanması en kolay kişi değildim. Belki sığ ve bencildim. Belki, eğer sıradan
bir yüz ve sıkıcı bir vücutla doğsaydım, daha iyi bir karakter
geliştirebilirdim. Belki, öyle daha mutlu olurdum. Ancak bunu kanıtlamak
imkansızdı. Güzelliğim vardı; bu güvenebileceğim bir şeydi.
Daha geniş
gülümsedim.
Telefon çaldı ve istemsizce elimi sıktım, ses avucumdan değil
mutfaktan gelmesine rağmen.
Anında Edward olduğunu düşündüm. Verdiğim bilgiyi
kontrol etmek için arıyordu. Bana güvenmemişti. Belli ki benim bundan şaka
yapabilecek kadar zalim olduğumu düşünüyordu. Tanya’nın telefonuna cevap vermek
için mutfağa uçarken kaşlarımı çattım.
Telefon uzun kesme tezgahının tam
kenarındaydı. İlk çalışı bitmeden yakaladım ve cevaplarken Fransız kapılarına
döndüm. İtiraf etmek istemiyordum; ama Emmett ve Jasper’ın dönüşüne dikkat
ettiğimi biliyordum. Edward’la konuştuğumu duymalarını istemiyordum.
Öfkelenirlerdi…
“Evet?” diye sordum.
“Rose, Carlisle’la konuşmam lazım,
şimdi.” dedi Alice.
“Ah, Alice! Carlisle avlanıyor. Ne–”
“İyi, döner
dönmez.”
“Ne oldu? Onu hemen takip eder ve seni arattırırım–”
“Hayır,”
diye böldü Alice tekrar. “Uçakta olacağım. Bak, Edward’la ilgili hiçbir şey
duydun mu?”
Midemin bükülmesi garipti, kanımda aşağı düşmüş gibi görünmesi.
Bu his beraberinde garip bir dé️ja vu hissi getirdi, uzun süre önce kaybolmuş
bir insan anısının zayıf izini. Mide bulantısı.

Bu kelimeler Alice’in
sesinde kulağa çok garip geliyordu. Alice, hiçbir zaman yanılmayan, hiçbir zaman
şaşırmayan…
“Nasıl?” dedim fısıldayarak.
“Uzun bir hikaye.”
Alice
yanılmıştı. Bella sağdı. Ve ben demiştim ki…
“Eh, büyük bir karmaşa
yarattın.” diye homurdandım üzüntümü suçlamaya dönüştürerek. “Edward eve
geldiğinde çok sinirlenecek.”
“Ama o kısımda da yanıldın.” dedi Alice,
dişlerinin arasından konuşuyormuş gibiydi. “Aramamın sebebi o…”
“Neyde
yanıldım? Edward’ın eve geleceğinde mi? Tabii ki gelecek.” Alayla güldüm. “Ne?
Romeo’luk mu yapacağını düşünüyorsun? Ha! Tıpkı aptal, romantik bir–”
“Evet.”
diye tısladı Alice buz gibi bir sesle. “Gördüğüm tam da bu.”
Sözlerinin sert
doğrulayışı dizlerimin garip şekilde dengesiz hissetmesine neden oldu. Destek
için – elmasa benzer vücudumun ihtiyaç duymasının mümkün olmadığı destek için –
bir sedir duvar kirişini kavradım. “Hayır. O kadar aptal değil. O – o mutlaka
anlamış olmalıydı ki–”
Ama cümleyi bitiremedim, çünkü kafamda kendi
görüşlerimden birini görebiliyordum. Benim görüntüm. Eğer Emmett’a bir şey
olursa hayatımın nasıl olacağının düşünülmemiş bir görüntüsü. Fikrin dehşetinden
ürktüm.
Hayır – bu karşılaştırılamazdı. Bella sadece bir insandı. Edward onun
ölümsüz olmasını istememişti, o zaman aynı olamazdı. Edward aynısını
hissedemezdi!
“Ben – ben böyle olmasını istememiştim Alice! Sadece eve
gelmesini istedim.” Neredeyse haykırıyordum.
“Bunun için biraz geç Rosalie.”
dedi Alice, öncekinden daha sert ve soğuk şekilde. “Pişmanlığını inanacak birine
sakla.”
Bir tuş sesi ve ardından bir telefon tonu geldi.
“Hayır.” diye
fısıldadım kafamı bir an yavaşça sallayarak. “Edward eve gelmek
zorunda.”
Fransız kapısının penceresinde yüzüme baktım; ama artık
göremiyordum. Sadece altın rengi ve beyaz, şekilsiz bir lekeydi.
Ve lekenin
içinden, ormanın içinde çok uzak bir yerde, büyük bir ağaç hareket etti, ormanın
kalanıyla farklı zamanda. Emmett.
Kapıyı yolumdan çektim. Duvara sertçe
çarptı; ama yeşilliğin içine doğru yarışırken ses çok arkamda
kalmıştı.
“Emmett!” dedim çığlık çığlığa. “Emmett, yardım et!”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
RudoLphus
Müdür
Müdür
RudoLphus


Mesaj Sayısı : 159
Kayıt tarihi : 18/05/09
Yaş : 29
Nerden : Bilgisayarın Başı..

Twilight Saga'dan İnciler... Empty
MesajKonu: Geri: Twilight Saga'dan İnciler...   Twilight Saga'dan İnciler... I_icon_minitimeÇarş. Mayıs 20, 2009 4:14 pm

Edward'ın Gözünden Bella'nın Ölüm
Haberi


Cebimdeki telefon tekrar titredi. Açmayı
düşündüm, en azından kimin bana ulaşmaya çalıştığını görmek için. Yirmi dört
saat içinde, bu yirmi beşinciydi. Belki önemliydi. Belki Carlisle’ın bana
ihtiyacı vardı.
Böyle düşündüm; ama hareket etmedim.
Nerede olduğumdan tam
olarak emin değildim. Fare ve örümceklerle dolu karanlık, küçük bir tavan
arasıydı. Örümcekler beni görmezden geliyor ve fareler bana geniş yer
veriyorlardı. Hava, yemek yağı, kokuşmuş et, insan teri ve ortamın rutubetli
atmosferinde neredeyse katı bir tabaka haline gelen, gerçekten her şeyin üzerini
kaplamış siyah bir filme benzeyen kir ile boğucuydu. Altımda dört katlı,
azınlıkların yaşadığı bir kiralık ev vardı. Düşünceleri seslerden ayırmaya
zahmet etmiyordum – dinlemediğim büyük, yüksek sesli İspanyolca bir gürültü
çıkarıyorlardı. Sadece seslerin üzerimden zıplamasına izin verdim. Anlamsız.
Hepsi anlamsızdı. Varlığımın ta kendisi anlamsızdı.
Bütün dünya
anlamsızdı.
Alnımı dizlerime yasladım ve buna ne kadar uzun süre
katlanabileceğimi merak ettim. Belki yaptığım şey umutsuzdu. Belki, eğer denemem
zaten başarısız olmaya mahkumsa, kendime işkence etmeyi bırakmalı ve geri
dönmeliydim…
Bu fikir çok güçlüydü, çok iyileştiriciydi – sanki sadece
kelimeler altına gömüldüğüm acı dağını alıp götürecek bir ilaç içeriyordu – öyle
ki nefesimi kesti, başımı döndürdü.
Þimdi gidebilirdim, geri
dönebilirdim.
Her an göz kapaklarımın ardında duran Bella’nın yüzü bana
gülümsedi.
Hoş karşılayan, affeden bir gülümsemeydi; ama bu bilinçaltımın
muhtemelen yaratmaya niyetlendiği etkiyi yaratmadı.
Tabii ki geri dönemezdim.
Sonuçta, benim acım onun mutluluğuyla karşılaştırıldığında neydi ki? Tehlike ve
korkudan uzak, gülümseyebilmeliydi. Ruhsuz bir gelecek arzulamamalıydı. Bundan
daha iyisini hak ediyordu. Benden daha iyisini hak ediyordu. Bu dünyadan
ayrıldığında, kendimi burada nasıl yönetirsem yöneteyim bana sonsuza kadar yasak
olan bir yere gidecekti.
O son ayrılığın düşüncesi, zaten çektiğim acıdan çok
daha şiddetliydi. Bella ait olduğu ve benim asla ait olamayacağım yere
gittiğinde, arkada kalmayacaktım. Mutlaka unutma olmalıydı. Mutlaka ferahlama
olmalıydı.
Umudum buydu; ama hiçbir garanti yoktu. Uyumak isterdim, ama düş
görebilirsin uykuda. "İşte bu kötü." diye söylendim kendi kendime. Kül olduğumda
bile, bir şekilde onun kaybının acısını çeker miydim?
Tekrar ürperdim.
Ve,
lanet olsun, söz vermiştim. Bir daha hayatına girmeyeceğime, kara şeytanlarımı
getirmeyeceğime söz vermiştim. Sözümden dönmeyecektim. Onun hakkında iyi hiçbir
şey yapamaz mıydım? Hiçbir şey?
Her zaman bu dünyadaki gerçek evim olacak
bulutlu küçük kasabaya dönüş fikri, düşüncelerime tekrar kıvrıla kıvrıla
girdi.
Sadece kontrol etmek için. Sadece iyi ve güvende ve mutlu olduğunu
görmek için. Araya girmek için değil. Orada olduğumu asla
bilmeyecekti…
Hayır. Lanet olsun, hayır.
Telefon tekrar titredi.
“Lanet
olsun, lanet olsun, lanet olsun.” diye homurdandım.
Sanırım dikkatimi dağıtma
şansını kullanabilirdim. Telefonu sertçe açtım ve yarım yıl içinde beni ilk defa
şok eden numaraları gördüm.
Rosalie niye beni arıyor olsundu ki? Muhtemelen
yokluğumdan keyif alan tek kişiydi.
Benimle konuşmaya ihtiyacı varsa
gerçekten bir sorun var demekti. Aniden ailem için endişelenerek Aç tuşuna
bastım.
“Ne?” diye sordum gerginlikle.
“Oo, vay. Edward telefonu açtı. Çok
onurlandım.”
Tonunu duyar duymaz ailemin iyi olduğunu anladım. Sıkılmış
olmalıydı. Düşünceleri rehberlik etmeden arkasındaki sebepleri tahmin etmek
zordu. Rosalie hiçbir zaman bana pek mantıklı gelmemişti. Dürtüleri genellikle
en karmaşık mantık türlerinde bulunurdu.
Telefonu sertçe kapattım.
“Beni
yalnız bırak.” diye fısıldadım hiç kimseye.
Tabii ki telefon anında tekrar
titredi.
Beni her neyle rahatsız etmek istiyorsa, onu iletene kadar aramaya
devam eder miydi? Muhtemelen. Bu oyundan sıkılması aylar alırdı. Önümüzdeki altı
ay boyunca arama tuşuna basmasına izin verme fikrini düşündüm… ve sonra iç çekip
telefonu tekrar açtım.
“Haydi anlat.”
Rosalie kelimeleri aceleyle söyledi.
“Alice’in Forks’ta olduğunu bilmen gerektiğini düşündüm.”
Gözlerimi açtım ve
yüzümden santimler ötede olan çürük tahta kirişlere baktım.
“Ne?” Sesim
düzdü, duygusuz.
“Alice’in nasıl olduğunu bilirsin – her şeyi bildiğini
sanır. Senin gibi.” Rosalie neşesizce güldü. Sesi gergindi, sanki ne yaptığından
aniden emin değilmiş gibi.
Ama öfke, Rosalie’nin probleminin ne olduğuyla
ilgilenmeyi zorlaştırdı.
Alice kararıma katılmasa da Bella’yla ilgili benim
isteklerime uyacağına yemin etmişti. Bella’yı yalnız bırakacağına söz vermişti…
Ben bıraktığım sürece. Belli ki, sonunda acıya katlanamayacağımı düşünmüştü.
Belki haklıydı.
Ama ben değildim. Henüz. O zaman Forks’ta ne yapıyordu? Sıska
boynunu koparmak istedim. Tabii Jasper benden yayılan öfkeyi hissettiği anda
beni ona yaklaştırmazdı…
“Hala orada mısın Edward?”
Cevap vermedim.
Vampirlerin migren çekmelerinin mümkün olup olmadığını merak ederek parmak
uçlarımla burun kemiğimi sıktım.
Diğer yandan, eğer Alice çoktan geri
döndüyse…
Hayır. Hayır. Hayır. Hayır.
Söz vermiştim. Bella bir hayatı hak
ediyordu.
Bella’nın karanlık penceresinin baştan çıkarıcı görüntüsünü - tek
tapınağıma giden yolun görüntüsünü - kafamdan atmaya çalışarak bu sözleri
içimden bir dua gibi tekrarladım.
Þüphesiz, dönersem ayaklarına kapanmak
zorunda kalacaktım. Sorun değildi. Eğer onunla olursam önümüzdeki on yılı
memnuniyetle dizlerimin üzerinde geçirebilirdim.
Hayır, hayır,
hayır.
“Edward? Alice’in niye orada olduğu umurunda mı?”
“Aslında,
değil.”
Rosalie’nin sesi kendini beğenmiş bir ton aldı, benden bir cevap
aldığı için memnun olmuştu belli ki. “Eh, tabii, aslında kuralları çiğnemiyor.
Yani, sen bizi sadece Bella’dan uzak kalmamız için uyardın değil mi? Forks’un
kalanı önemli değildi.”
Gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. Bella gitmiş miydi?
Düşüncelerim bu beklenmedik fikrin etrafında döndü. Henüz mezun olmamıştı, o
zaman mutlaka annesine dönmüş olmalıydı. İyi. Güneş ışığında yaşamalıydı.
Gölgeleri arkasında bırakabilmesi iyiydi.
Yutkunmayı denedim ve
beceremedim.
Rosalie gerginlikle güldü. “O yüzden Alice’e kızmana gerek
yok.”
“O zaman niye aradın beni Rosalie, eğer Alice’in başını belaya sokmak
için değilse. Niye beni rahatsız ediyorsun? Ugh!”
“Bekle!” dedi tekrar
kapatacağımı sezerek. “Aramamın sebebi o değil.”
“O zaman ne? Çabuk söyle ve
sonra beni yalnız bırak.”
“Pekala…” Tereddüt etti.
“Söyle Rosalie. On
saniyen var.”
“Bence eve dönmelisin.” dedi Rosalie hızla. “Esme’in
kederlenmesinden ve Carlisle’ın hiç gülmemesinden bıktım. Onlara yaptıklarından
utanmalısın. Emmett hep seni özlüyor ve bu sinirlerime dokunuyor. Bir ailen var.
Büyü ve kendinden başka bir şeyi düşün.”
“İlginç bir öğüt Rosalie. İzin ver
de sana bir demlik ile bir çaydanlıkla ilgili küçük bir hikaye
anlatayım…”
“Ben onları düşünüyorum, senin aksine. Kimse değilse bile, Esme’i
ne kadar incittiğin umurunda değil mi? Seni kalanımızdan daha çok seviyor bunu
biliyorsun. Eve gel.”
Cevap vermedim.
“Bütün bu Forks işi bittiğinde
atlatacağını düşünmüştüm.”
“Hiçbir zaman problem Forks değildi Rosalie.”
dedim sabırlı olmaya çalışarak. Carlisle ve Esme’le ilgili söyledikleri darbe
indirmişti. “Sadece Bella” – adını sesli söylemek zordu – “Florida’ya taşındı
diye, bu benim… Bak Rosalie. Gerçekten çok üzgünüm; ama güven bana, eğer orada
olursam kimseyi daha mutlu etmem.”
“Iı…”
İşte, yine gergin tereddüt
vardı.
“Bana söylemediğin ne Rosalie? Esme iyi mi? Carlisle–”
“İyiler.
Sadece… ben Bella’nın taşındığını söylemedim.”
Konuşmadım. Diyalogumuzu
kafamdan geçirdim. Evet, Rosalie Bella’nın taşındığını söylemişti. Demişti ki: …
sen bizi sadece Bella’dan uzak kalmamız için uyardın değil mi? Forks’un kalanı
önemli değildi. Ve sonra: Bütün bu Forks işi bittiğinde atlatacağını
düşünmüştüm… O zaman Bella Forks’ta değildi. Neyi kastetmişti Bella taşınmadı
derken?
Rosalie kelimeleri tekrar hızla söylüyordu, bu sefer neredeyse
sinirle.
“Sana söylemek istemediler; ama bence bu aptalca. Bunu ne kadar
çabuk atlatırsan, işler o kadar çabuk normale döner. Gerek yokken niye dünyanın
karanlık köşelerinde sürünmene izin vermeli ki? Artık eve dönebilirsin. Tekrar
bir aile olabiliriz. Bitti.”
Zihnim çökmüş gibiydi. Sözlerinden bir anlam
çıkaramıyordum. Bana söylediği çok çok açık bir şey varmış gibiydi; ama ne
olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Beynim bilgiyle oynadı, garip desenler
yarattı. Anlamsız.
“Edward?”
“Ne söylediğini anlamıyorum Rosalie.”
Uzun
bir duraklama, birkaç insan kalp atışı kadar.
“O öldü Edward.”
Daha uzun
bir duraklama.
“Ben… özür dilerim. Bilmeye hakkın var ama, diye düşündüm.
Bella… iki gün önce kendini bir uçurumdan attı. Alice gördü; ama bir şey yapmak
için çok geçti. Eğer zaman olsaydı yardım ederdi gerçi, sözünü bozardı. Charlie
için ne yapabileceğine bakmak için gitti. Ona her zaman önem verdiğini
bilirsin–”
Telefon kesildi. Kapattığımı anlamam birkaç saniye aldı.
Uzun,
donmuş bir süre boyunca tozlu karanlıkta oturdum. Zaman sona ermiş gibiydi.
Evren durmuş gibi.
Yavaşça, yaşlı bir adam gibi hareket ederek telefonu
tekrar açtım ve bir daha asla aramayacağıma dair kendime söz verdiğim numarayı
çevirdim.
Eğer oysa, kapatacaktım. Eğer Charlie’yse ihtiyacım olan bilgiyi
alacaktım. Rosalie’nin hastalıklı küçük şakasının yalan olduğunu kanıtlayacak,
sonra hiçliğime geri dönecektim.
“Swan evi.” diye cevapladı daha önce hiç
duymadığım bir ses. Bir erkeğin güçlü sesi, kalın; ama hala genç.
Bununla
ilgili anlam çıkarmak için duraklamadım.
“Ben Dr. Carlisle Cullen.” dedim
babamın sesini kusursuzca taklit ederek. “Charlie ile konuşabilir
miyim?”
“Burada değil.” diye cevapladı ses ve içindeki öfkeye hafifçe
şaşırdım. Neredeyse hırlamaydı. Ama önemli değildi.
“Pekala, nerede o zaman?”
dedim sabırsızlanarak.
Kısa bir duraklama oldu, sanki yabancı bilgiyi benden
saklamak istiyormuş gibi.
“Cenazede.” dedi sonunda.
Telefonu tekrar
kapattım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
RudoLphus
Müdür
Müdür
RudoLphus


Mesaj Sayısı : 159
Kayıt tarihi : 18/05/09
Yaş : 29
Nerden : Bilgisayarın Başı..

Twilight Saga'dan İnciler... Empty
MesajKonu: Geri: Twilight Saga'dan İnciler...   Twilight Saga'dan İnciler... I_icon_minitimeÇarş. Mayıs 20, 2009 4:14 pm

Jacob Black Olmak

-1-

Mutlu bir çocuksundur. İyi arkadaşların
vardır, baban bayağı iyidir, batıl inançları olsa bile. Okulda oldukça iyisindir
– çok çalışmana gerek yoktur. Özgürlüğün vardır. Mekanik her şeyi
seversin.
Bir gün, babanın en iyi arkadaşının kızı ortaya çıkar. Gerçekten
güzeldir; ama bundan daha çok onunla anında aynı frekanstasındır. Benzer ruhlar.
Bella söylediğin her şeyle tamamen ilgili gözükerek okul arkadaşlarından
uzaklaşır. Aniden aklın başından gider; ama onun senin dengin olmadığını
biliyorsundur. O sondan bir önceki sınıf, sen birinci sınıf – hayal. Yine de,
onu çok düşünürsün. Belki bir gün, dersin kendi kendine.
Tabii ki artık
babanın söylediği her şeyle çok daha ilgilisindir. Ona Cullen olayıyla ilgili
Charlie’den özür dilemesi için baskı yaparsın. Sana göre, yanılan Billy’dir. Onu
zorlarsın. Sonunda, istediğini yapar. Bir maç için gider ve doğal olarak sen de
onunla gidersin. Biri arabayı kullanmak zorundadır. (Kimseyi kandırmadığını
biliyorsundur – Billy içini tamamen görür)
Bella’yı harika bir arabada (araba
fark ettiğin ilk şeydir. Üzerinde çok çalışılmıştır. Etkilenirsin.) bir oğlanla
görürsün. Oğlanın gerçekten yakışıklı olduğunu itiraf etmek için erkekliğinden
yeterince eminsindir. Anlama kabiliyetine sahip biri olarak, aralarındaki
kıvılcımları görebilirsin. İç çekersin – yine de, çabuk kapılacağını zaten hep
biliyorsundur; ama lise ilişkileri çabuk söner, o yüzden boş verirsin. Kim
olduğunu merak edersin (burada herkesi biliyorsundur) ve babanın niye o kadar
garip davrandığını.
Bella’yla konuşma şansı yakalarsın ve yine hoştur. Onun
yanında gerçekten rahatsındır. Oğlanı sorarsın, bir Cullen’dır, o sayede
Billy’nin tepkisini anlarsın. Bella’yla iyi bir akşam geçirirsin, dikkati
oldukça dağınık görünmesine ve hiç hoşuna gitmeyen yeni bir parfüm sürmüş
olmasına rağmen.
Eve dönersin ve baban delirir. Kendisi gibi batıl inançlı
bütün arkadaşlarını arar. Odandan dinlediğin kadarıyla, bunun onu
ilgilendirmediğini söylediklerini anlayabilirsin. Katılırsın; ama Billy sana
fikrini sormaz. Baban o oğlanın gerçekten bir çeşit canavar olduğunu
düşünmektedir – çok utanç verici.
Billy tekrar Charlie’yi görmeye gider.
Bella’yla ilgili hala bozuktur. Çok gergindir ve tahmin edersin ki (tedirgin
olduğu zamanlarda mırıldanır) o efsanevi antlaşmayı ihlal ettiğini
düşünmektedir. Bella’ya hikayeleri anlattığını söylemeyi düşünürsün; ama
yakalanacağını bilirsin o yüzden hiçbir şey söylemezsin.
Bella’yı tekrar
erkek arkadaşıyla görürsün. Belli ki onun erkek arkadaşıdır – içeri girmeden
önce onu boynundan öper. Billy’ye neredeyse inme iner. Ah, doğru – vampirler.
Yaşlı adam ikinizi de küçük düşürecek. Erkek arkadaşının niye kamyonette
oturduğunu merak edersin…
Düşündüğünden daha üzgünsündür. Bella’nın bir
sevgilisi olduğunu çoktan kabul ettiğini düşünmüşsündür; ama kanıt görmek
beklediğinden daha moral bozucudur. Bir şeyden şüphelenip kendi gözlerinle
görmek arasındaki fark. İç çekersin. Baban seni boşuna bir arayış için gönderir
ve Bella’yla yalnız kalmak istediğini anlarsın. Kendini aptal yerine
koymayacağını umarsın.
Hayat devam eder. Okuldaki kızların bir kaçından
hoşlanırsın; ama çabucak sönerler. Hala Bella’yı çok düşünürsün. Sadece onunla
takılmayı dilersin; ama baban Cullen olayıyla ilgili aptallık etmektedir. Gidip
ziyaret etmene izin vermez. Sanki yaralanacakmışsın falan gibi. Ona gözlerini
çok devirirsin.
Bella evden kaçar. Billy sana söylediğinde, ağır darbe
alırsın. Onun için endişelenirsin – bütün gece uyuyamazsın. O kadar mutsuz
olduğuna dair hiçbir fikrin yoktur. Billy’ye onu görmeni engellediği için
kızgınsındır. Belki bir şekilde yardım edebilirdin…
Sonra Charlie Billy’yi
arar ve Bella’nın Phoenix’de feci bir kaza geçirdiğini söyler, bir camın içinden
düşmüştür ve durumu ciddidir. Haberleri duyduğunda kafana bir örs düşmüş gibi
hissedersin. Billy Dr. Cullen’ın ona baktığını duyunca bir uçağa binip gitmesi
için Charlie’ye yalvarır. Tekrar kavga ederler. Onu görmeye gitmeyi önerirsin ve
Billy sana sözlerle saldırır. Gidersin; ama son basamakta kalırsın. Onu
telefonda birilerine bağırırken duyarsın, savaşlar ve antlaşmalar hakkında –
kapıdan çok iyi duyamazsın. Ama Cullen’ların Bella’ya zarar verdiğiyle ve Sam’le
ilgili konuştuğunu işitirsin. Sam Uley’nin niye bu konuşmada yer aldığını merak
edersin. Üzerinde çok düşünmezsin. Hala Bella için çok endişelisindir.
Bella
iyileşir ve eve döner. Onu görmek için ölüyorsundur – şüphesiz en azından ona
geçmiş-olsun-çiçekleri ya da öyle bir şey götürebilirsindir. Ama Billy gitmeni
yasaklar ve kimseyi arabasını sana ödünç vermesi için ikna edemezsin (hepsi
Billy’nin tarafındadır.) Bu vampir şakasının nasıl kontrolden çıktığına
inanamazsın.
Sonra Billy taktiğini değiştirir. Gidip Bella’yla konuşmanı; ama
balosuna gitmeni ister. Yerin dibine geçersin. Ancak sana rüşvet verir ve
Bella’yı da gerçekten görmek istiyorsundur. Gidersin. Çok güzel görünüyordur.
Billy’nin utanç verici mesajını iletirsin; ama o, seni rahatlatarak güler.
Edward Cullen’a nasıl baktığını görürsün ve tamamen ulaşamayacağın bir yerde
olduğunu anlarsın. Ancak sorun yoktur, çünkü her zaman arkadaşın olacağını
bilirsin. Onun mutlu olmasını istiyorsundur ve bu çocuk belli ki onu mutlu
ediyordur. Babanın Cullenlara kaba ve önyargılı davranışları konusunda kötü
hissedersin ve özür dilemenin nazik bir yolu olmasını dilersin. Bella tekrar o
kötü parfümü sürmüştür. Niye sevdiğini merak edersin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Twilight Saga'dan İnciler...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Twilight Takvimi
» Twilight Ürünleri..
» Twilight oyunu
» The Twilight Saga: The Official Guide (6.Kitap)
» Twilight Anketi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MoonLighT CastLe :: Twilight :: Serinin Diğer Kitapları-
Buraya geçin: